Yücel KAYA
Tarım veya ziraat, bitkisel ve hayvansal ürünlerin üretilmesi, bunların kalite ve verimlerinin yükseltilmesi, bu ürünlerin uygun koşullarda muhafazası, işlenip değerlendirilmesi ve pazarlanmasını ele alan bilim dalıdır. Diğer bir ifade ile insan besini olabilecek ve ekonomik değeri olan her türlü bitkisel-hayvansal ürünün bakım, besleme, yetiştirme, koruma ve mekanizasyon faaliyetlerinin tamamı ile durgun sularda veya özel alanlarda yapılan balıkçılık faaliyetlerinin tümüdür. [1]
Şalpazarı’nda geçmişten günümüze tarımı incelemek faydalı olacaktır. Bu inceleme gelecek yıllar için önümüze cılız da olsa bir ışık yakabilir.
Tarımda ilk amaç insanın kendi karnını doyurması, geleceğe güvenle bakmasını sağlamaktır. İhtiyaçlarımızın ilk sıralarında karnımızın doyması olduğuna göre bir toplum için tarım da vaz geçilmez olmalıdır. Eski yıllarda da yöremiz tarımında ana unsur karnın doyması; ikinci sırada da fazla ürünlerin satılıp diğer ihtiyaçların karşılanması şeklindeydi. İlçemizde yıllarca esnaflık yapmış Beşikdüzülü birisi bunu şu cümlelerle ifade etmişti: ” Şalpazarı’nda kadın Çarşamba günü yağını getirip satar, eve lazım olan gazla tuzu alır, parası artarsa da başına bir cembercük alır.” Bu sözler aslında yöremizin tarım ve ekonomisinin özetidir.
Şimdi tarımsal değişimin yaklaşık yüz yıllık bir özetini sunalım:
Günümüzde mutfakların baş köşesine yerleşmiş olan, onsuz nerdeyse karnımız doymayan patatesin ülkemize, bu arada Karadeniz’e gelmesi 1800’lerin sonu olmuştur. Osmanlı topraklarında ilk defa 1895 yılında, Sakarya’da Almanlar tarafından yetiştirilmeye başlamıştır. Muhtemelen bu yıllarda Rusya’ya çalışmaya giden Karadenizliler bölgemize getirmişlerdir. Patatesin yöresel ismi olan “gartubu “da Rusça kartofel kelimesinden gelmiştir.
Şalpazarı’nda Buğday ve Arpa Yetiştiriliyordu
Buğday ve arpa ise 1960’lı yıllara kadar bölgemizde yetişiyordu. Günümüzdeki fındık alanlarının nerdeyse tamamı o yıllara kadar buğdaylıktı. Hatta bazı tarlalara önce buğday, buğdayın kaldırılmasından sonra da mısır ve diğer ürünler ekiliyordu. Buğdayın ortadan kalkması, o yılları yaşayanların anlattıklarına göre Menderes döneminde dışardan getirilen buğdayın millete ucuz satılması nedeniyle olmuştu. Millet ucuza buğdayı bulunca buğday tarlalarına ekonomik getirisi fazla olan fındık diktiler. Buna bağlı olarak orman örtüsü arttı. İklim de eski yıllara göre daha nemli bir özellik kazandı. Buğday tarımından hatıra olarak bazı köylerdeki buğdayı dövüp bulgur yapmaya yarayan dibek taşları ile nerdeyse milli yemeğimiz gibi sunulan keşkek kaldı.
İnsanlar Hazır Et ve Süt Alıyorlar
Eski yıllarda her evde 5-10 tane olan inekler günümüzde çok azaldı. Artık köylerin çoğunda inek bakanlar sayılı hale geldi. İnek olan evlerde de ancak birkaç hayvan bulunuyor. Koyun ve keçi sayısı da sığır sayısı gibi iyice azaldı. Bu durum yöreye dışardan et getirilmesi sonucunu doğurdu. İnsanlar et, süt ve süt ürünlerini hazır alıyorlar. Bu durumun ekonomik getiriş- götürüsü yanında stratejik önemi de ayrıca incelenmelidir.
Ülkemizin her tarafında olduğu gibi insanlar tarımla uğraşmak yerine şehirlere gidip memur olmaya çalışıyorlar. Oysa karnını kendi ürettiği ile doyuramayan insanlar her zaman başkasına muhtaç olma durumundadırlar.