“1226 hicri senesinde Lazistan havalisinde müthiş bir taun hastalığı zuhur edip bu havaliyi kasıp kavurmuştur. Halk cenazelerini defnedemeyip ölüleri meydanda kalmıştır. Sağ kalanlar hastalarını bırakıp dağlara kaçmışlarsa da, onların pek çoğu dağlarda açlıktan ölmüşlerdir. Çocukluk zamanımızda akrabamızdan ihtiyar bir kadının anlattığına göre büyük taun senesi kendisi dağlarda doğmuş imiş.”GİRİŞ
![](https://salpader.org.tr/wp-content/uploads/2020/04/unnamed-1024x1024.jpg)
Salgın hastalık, belli bir insan popülasyonunda, belli bir periyotta, yeni vakalar gibi görülen ancak önceki tecrübelere göre beklenenden fazla etki gösteren hastalıktır. Beklenenin ne olduğuna bağlı olarak salgının tanımlanması subjektif olabilir. Bir salgın lokal (bir hastalık patlaması), daha genel (salgın hastalık) ve hatta dünya çapında (pandemik) olabilir., 1
1-Tarih Boyunca salgın Hastalıklar
Tarih boyunca pek çok salgın hastalıklar yaşandı. Veba, çiçek, kolera, İspanyol gribi gibi pek çok hastalık çok geniş alanları etkiledi ve milyonlarca insanın ölümüne sebep oldu.2
Tarihte, birçok savaşların sonucunda hastalık salgınlarının etkili olduğu, Eskidünya’da hastalık mikroplarının yayılması ile imparatorlukların yıkılması arasında ciddi bir ilişki bulunduğu söylenmektedir. Özellikle hastalıkların insanların ölüm nedenlerinin başında geldiği için tarihi biçimlendirmede de önemli rol oynadığı görüşü yaygındır. Vurgulanan bir diğer gerçek ise şöyledir: Eski dünyada topluluklar arasında dolaşan yalnızca mal, düşünce ve teknikler değildir, “hastalık mikropları” da toplumdan topluma taşınmışlardır. İlişkiler geliştikçe, daha önce büyük ölçüde Avrasya’nın ve Afrika’nın şu veya bu bölgesiyle sınırlı kalan hastalıklar öteki bölgelere yayılmışlar ve daha önce hastalığın hiç uğramadığı yerlerde büyük ölümlerin sebebi olmuşlardır. Çin ve Roma kayıtları, M.S I. ve II. yüzyıllarda bir dizi salgın hastalığın bu toplumları kırıp geçirdiğini göstermektedir. Avrasya’nın bir ucundan öbürüne sıralanan ülkeler arasında ve Afrika’nın çoğu bölgesinde sıklaşan ilişkilerin yaydığı salgın hastalıkların Roma ve Han İmparatorluklarının yıkılmalarının başlıca nedenlerinden olduğunu ileri sürmek mümkündür. Elbette salgın hastalıkların yanı sıra, barbar saldırılarının ve toplumsal gerginliklerin de büyük rolleri olmuştur.3
Osmanlı Ordusu üzerine yapılan bir incelemeye göre; 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda ve 1912-1913 Balkan Savaşı’nda ve Büyük Savaş’ta Osmanlı Ordusu’nun büyük bölümünde açlık baş göstermiştir ve kolera, tifo ve dizanteriden ölen askerlerin sayısı çatışmalarda yaralanarak ölenlerden çok daha fazladır.4
Ortaçağda en önemli salgın hastalıklardan birisi vebadır. Veba salgınlarında Avrupa nüfusunun yaklaşık 3 te 1 inin öldüğü ifade edilmektedir.
Veba Anadolu topraklarında da şiddetli salgınlar şeklinde ortaya çıkmıştır: Selçuklu döneminde Anadolu’da çeşitli yerlerde ve tarihlerde veba salgınları vardır. Bu salgınlar, Anadolu’da veya bu ülkenin bir kısmında hükümran olan Bizans İmparatorluğu (İstanbul), Danişmendliler (Malatya), Selçuklular (Konya, Malatya), İnaloğulları (Amid-Diyabekir), Ahlatşahlar-Sökmenliler (Ahlat), Eyyübiler (Meyyafarikin-Silvan), Artuklular (Mardin) gibi bağımsız veya tabi siyasî teşekküllerin başta merkezleri olmak üzere öteki şehirlerinde ve bu şehirlerin civarında meydana gelmiştir. 1492’de Arabistan, Şam, Halep ve Mısır’da baş gösteren bir veba pandemisi İstanbul şehrini etkisi altına almış ve bir ayda 56 bin kişi hayatını kaybetmiştir. Mısır, Suriye ve Arabistan’da da aynı dönemde ortaya çıkan veba salgını günde ortalama 1,000 insanın ölümüne neden olmuştur. Mısır’daki salgın üç gün sürmüş ve bu süre içinde 600 bin insan ölmüştür. Aynı yıl, İstanbul şehrinde baş gösteren veba salgınının ilk 5 gününde 1,000, izleyen 10 gününde 25 bin, üçüncü 17 günlük döneminde ise 30 bin kişi hayatını kaybetmiştir.4
Osmanlı Coğrafyası’nda çeşitli yıllarda etkisini gösteren veba salgınları 19. Yüzyılda yerini koleraya bırakmıştır. Türkiye’de ilk kolera salgını 1830-1831 yıllarında görülmüştür. Bu epidemi İstanbul’da 5-6 bin ölüme neden olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nda 1847-1848 yıllarında ciddi bir kolera salgını baş gösterdiği bilinmektedir.102 9 Eylül 1847 günü Trabzon’da ortaya çıkan kolera salgını, alınan tüm karantina önlemlerine rağmen, 24 Ekim 1847’de İstanbul’da görülmüş ve 20 Mayıs 1848’de salgın Karadeniz sahili ile İstanbul’un tüm bölgelerine sıçramış, oradan Rumeli’ye, Balkanlar’a ve Anado- lu’ya yayılmıştır. 19. yüzyılın ortasında İzmir şehri koleranın vahşî pençesine düşmüş; 1831, 1849 ve 1865’te birkaç kez salgın baş göstermiştir.1865 İstanbul kolera salgını, 1863 yılında Singapur’da başlayan, deniz ve demiryollarıyla hızla Batı’ya doğru yayılan dördüncü epideminin devamıdır. Bu büyük epidemi, 21 Mayıs 1865’de Süveyş’e oradan Cidde’ye, Haziran ayında İskenderiye’ye, Temmuz’da Marsilya’ya, Ağustos’ta Tulon’a, Eylül’de Paris’e ulaşmıştır. Güney Avrupa ülkeleri, Valensia, Marsilya ve Malta’yı etkilemiştir. İspanya, Romanya, Türkiye ve Rusya’yı kasıp kavurmuştur. 1866 yılında İngiltere ve Almanya’yı etkisi altına almıştır. Prusya’da 114 bin 638 kişi ölmüştür. Kuzey Amerika’ya sıçramış, Güney Amerika’ya inmiş ardından Mısır, Kuzey Afrika, Fas, Tunus, Cezayir ve İran’da salgınlar yapmıştır.6
2-Trabzon’da Salgın Hastalıklar
Trabzon’da Ortaya Çıkan Salgınlar Pek çok Anadolu şehri ile mukayese ettiğimizde sıhhi koşullar açısından Trabzon’un yerleşiminden kaynaklanan bazı avantajlara sahip olduğunu söylemek mümkündür. Öyle ki Trabzon şehri denize doğru dik inen derelerin birbirinden ayırdığı sırtlar üzerine kurulmuştur. Şehrin üzerinde yer aldığı sırt Değirmendere, Tabakhane Deresi ve Zağanos Deresi gibi vadilerle kesintiye uğrar ve kıyıdan itibaren yükselerek bir takım basamaklara ayrılır. Şehir bir amfiteatr gibi alçak sırtların üzerinde mahallelerini yayar. Bu yerleşim yapısı, yani şehrin denize doğru eğimli yapısı en çok da cadde, sokak ve mahallelerin temizliği açısından çok önemli bir fonksiyon icra etmekteydi (AMAE, CADN, Tébizonde, III). Bunun yanında yüzyılın ikinci yarısında önemli caddelerin kaldırım döşemeli yapılması cadde ve sokakların temizliğine katkı yapmıştır (PRO FO, 78/2050). Şehre gelen yabancı seyyahların üzerinde en çok durdukları konulardan biri de şehrin, kaynak ve yağmur sularının ortasından aktığı, iyi kaldırım döşenmiş ve temiz sokaklarıydı (Yılmaz 2006: 23-24). Ancak zamanla şehir nüfusunun artması ve buna paralel bir altyapının tesis edilememesi nedeniyle şehrin temizliği konusunda bazı eksikliklerin yaşandığı görülmektedir (A&P, 1883, Vol. 74). Şehrin fiziki yapısı her ne kadar olağan dönemlerde şehrin sıhhi yapısını korusa da her türlü engeli aşarak hızla yayılan salgın hastalıkların görüldüğü dönemlerde hiçbir fayda sağlamamıştır.7
Bilindiği gibi Osmanlı İmparatorluğu yayıldığı coğrafi alan itibarı ile tarih boyunca görülen önemli salgın hastalıkların ulaşabileceği bir bölgede yer alıyordu. İmparatorluğun bu özelliği kendisini 19. yüzyılda görülen salgınlarda da göstermiş ve bu dönemde Osmanlı şehirlerinin önemli kayıplar vermesine neden olmuştur. Salgın hastalıkların her zaman en çok etkilediği şehirler sahil şehirleri olmuştur. Trabzon, önemli bir liman kenti olarak İran’ın Avrupa’ya açılan bir transit kapısı olma özelliği göstermesi bakımından imparatorluğun herhangi bir yerinde vuku bulan bir salgın hastalığın yayılmasının oldukça muhtemel olduğu yerdi. Şehir aynı zamanda, her dönemde Doğu-Batı istikametinde yayılan salgınların uğrak yerlerinden bir olmuştur. Bu özelliği ile Trabzon’u, İzmir Limanı gibi karayolu ile iç kısmalardan gelen hastalıkları deniz yolu ile daha geniş bir alan yayan bir ihraç limanı olarak nitelemek mümkündür .8
Trabzon’da tarih boyunca bilinen başlıca salgınlar aşağıdaki gibidir.
-14. Yüzyılda görülen veba salgınında şehir nüfusunun 4/5 i ölmüştür.
-1811’in Temmuz ayında şehirde veba tekrar ortaya çıkmıştır. Havaların ısınması ile etkisini arttırdığı anlaşılan veba şehrin varoşlarına dayanmış hatta sahil kesimindeki diğer yerlere de sirayet etmiştir. 26 Temmuz 1811’e kadar şehirde 40 kişi vebanın kurbanı olmuştur. 1811 Ağustos’unda ise durum daha da kötüdür. Konsolosa göre şehirdeki günlük ölüm hadisesinin sayısı 200’e kadar çıkmıştır. Bu rakam havaların serinlemesi ile Eylül’de 40-60’a ve takip eden Kasım ayında ise 10’a kadar geriledi. Bu dönemde salgının şehrin nüfusunun %10-12’sini, yani 1.500-2.000 arasında insanın ölümüne denen olduğunu tahmin edilmektedir.
– Veba izleyen senelerde de Trabzon için sorun olmaya devam etti ve bir kez daha etkili bir şekilde 1830’da patlak verdi. Salgın Trabzon’da öylesine bir korkuya neden olmuştur ki Trabzon Valisi Osman Paşa bile şehri terk etmiştir. Bryer bu salgında günde 60 kişinin öldüğünü belirtmektedir.
-Veba 1835 yılının Temmuz ayında yeniden ortaya çıktı, asıl etkisini ise Ağustos ve Eylül aylarında yaptı. Bu salgın şehri kırıp geçirmiş ve Trabzon halkının yarısının köylere doğru kaçmasına neden olmuştur. 1836 başlarına kadar süren bu salgında yaklaşık 2000 den fazla kişi ölmüştür. Bu da şehir nüfusunun yaklaşık % 10 luk bir kısmıdır.
– 1837 yılının başında veba yine Trabzon’da varlığını hissettirmiş ve yine Fransız konsolosu Outrey’e göre Ağustos ayında günde 60-80 arasında değişen ölüme neden olmuştur.
-9 Eylül 1847 yılında kolera salgını başladı. Fransız konsolosu Clairambault’ya göre salgın nedeniyle 1.200-1.300 kişinin öldüğü tahmin edilmekteydi. İngiliz konsolosu Stevens’a göre bu ölüm miktarı şehirde kalan 10.000 civarındaki bir nüfus için % 15’lik bir kayba denk geliyordu
-1854, 1865, 1892-1895 yıllarında da kolera salgınları görülmeye devam etti.
3-Şalpazarı’nda Salgın Hastalıklar
Trabzon için bahsedilen salgın hastalıklar şüphesiz Şalpazarı’nı da etkilemiştir. O dönemde verilen sayılar şehir merkezi ile ilgilidir ve büyük oranda o dönemdeki Fransız ile İngiliz konsoloslarının tuttuğu kayıtlardan anlaşılmaktadır. Şehir merkezinde dehşet düşen halk köyler kaçmıştır. Dolayısı ile salgın kırsal kesimi de etkilemiş olmalıdır. Ancak kırsal kesimdeki salgın durumunu anlatan kayıtlar yoktur. Bu durumda halk anlatılarına müracaat etmek gerekir.
Yörede anlatılanları yukarıdaki bilgilerle karşılaştırarak sonuç çıkarabiliriz.
Salgın hastalıklar Şalpazarı ağzında “gırgan “ terimi ile ifade edilir. Bu kelime hem insan hem de hayvanlarda görülen salgın hastalıkları ifade eder. Ayrıca “davun “ kelimesi de yörede öldürücü salgın hastalıkları ifade etmede kullanılır. Hıyarcıklı veba anlamına gelen davun sözcüğü Arapça “taun” kelimesinden gelmiştir.9
Halk arasında anlatılanları incelersek:
A-Elik Keçisi Efsnesi:11 oğlu olan bir kadının bir bebeği olur. Yaylaya gitme zamanıdır. Çocuklar da küçüktür. Göç yola çıkar. Kadın hem sırtında yükü, hem de bebeği götüremeyince bebeği bir ağaç kovuğuna bırakır. Yaylada davun hastalığı çıkar, çocukların hepsi ölür. Yayla dönüşü kadın bebeği bıraktığı ağaç kovuğuna baktığında bebeğin bir elik keçisi tarafından emzirildiğini ve ölmediğini görür.10
B-Davunlu Obası: Kadırga Yaylası’na bağlı obalardan birisidir. Kalecik, Kireç, Sugören ile az miktarda Düzköy ve Sayvançatak’tan gidenler tarafından kullanılır. Bu obanın eski adı “bagar” yaylasıymış. Burda etkili olan davun hastalığı sebebiyle ismi “Davunlu” kalmış.11 salgında ölen insanlar ba yakınındaki Kınalık Mezarlığı’na gömülmüş.12
3-Hamile Kadın: Simenli Köyü’nde bir aile tekir yapmak için tahta hazırlar. O sırada bir salgın hastalık başlar. Kimse kimseye bakmaz olur. Herkes ölüsünü evinin kapısına gömer. Hazırlanan tekir tahtalarını da mezarda kullanırlar. Bir evde de hamile bir kadın dışında herkes ölür. Kadın öleni evin kapısına gömermiş. Bu olayı anlatan Sütpınar Köyü’nden Mehmet KÖSE, kendisinin o kadının soyundan gelen altıncı kişi olduğunu ifade etmiştir.13
Yukarıdaki ilk iki anlatıdan bu salgınların yayla zamanında olduğunu anlıyoruz.1811, 1835 ve 1837 yıllarındaki salgınlar tam da yayla zamanına denk gelmektedir. Acaba Şalpazarı’nda büyük kırımlara yol açan salgın hangisiydi? Şu andaki bilgilerimize göre o dönemde kırsal kesim hakkında elimizde net bilgi yok. Bu durumda anlatımlardan sonuç çıkarmaya çalışmamız gerekir. 3. Anlatımın kaynak kişisi Mehmet Köse, hamile kadının soyundan gelen altıncı kişi olduğunu isim isim sayarak belirtmiştir. Kendisi 1951 doğumlu olduğuna göre yöreyi etkileyen salgının 1811 de olduğunu düşünebiliriz.
Cumhuriyet döneminde Şalpazarı’nda en sık rastlanılan salgın hastalıkların sıtma ve verem olduğu halk tarafından ifade edilmektedir. Sıtma, yaz aylarında ateşle ortaya çıkan bir hastalık idi. Verem ise yetersiz beslenmeye bağlı olarak ortaya çıkıyordu ve insanları ölüme götürüyordu. Bir deri hastalığı olan uyuz da oldukça sık görülen birhastalıktı.
KAYNAKÇA:
GİRİŞ: Özhan ÖZTÜRK, Karadeniz Ansiklopedik Sözlük, 1. Cilt
1-https://tr.wikipedia.org/wiki/Salg%C4%B1n
2-https://arkeofili.com/insanlik-tarihinin-seyrini-degistiren-11-salgin-hastalik/
3-Prof. Dr. Hikmet ÖZDEMİR, Salgın Hastalıklardan Ölümler 1914-1918
4- Prof. Dr. Hikmet ÖZDEMİR, Salgın Hastalıklardan Ölümler 1914-1918
5- Prof. Dr. Hikmet ÖZDEMİR, Salgın Hastalıklardan Ölümler 1914-1918
6- Prof. Dr. Hikmet ÖZDEMİR, Salgın Hastalıklardan Ölümler 1914-1918
7-Özgür YILMAZ, “Trabzon’da Halk Sağlığı ve Sağlık Kurumları (1804-1895)”, Mavi Atlas, 5(1)/2017: 172-200. 177
8- Özgür YILMAZ, “Trabzon’da Halk Sağlığı ve Sağlık Kurumları (1804-1895)”, Mavi Atlas, 5(1)/2017: 172-200. 177
9-Özhan ÖZTÜRK, Karadeniz Ansiklopedik Sözlük, 1. Cilt
10-Ali ÇELİK, Çepni Kültürü.
11-Sebahattin KARACA, Dünden Bugüne Şalpazarı
12-Ayşe KAYA, Kalecik Mahallesi, 1944 doğumlu.
13- Mehmet KÖSE, Sütpınar Köyü,1951 doğumlu.